Akyaka Tarihi
Akyaka Tarihi
İlk Çağ’da İdyma
İdyma İlkçağ kenti bugünkü Muğla sınırları içinde Kozlukuyu (Gökova) köyünün kuzeyinde kalan Küçük Asartepesi’nin yamaçlarında kurulmuştur. Şehrin akropolisi kuzeyde sırtını Sakar geçidine vermiştir. Karia’daki birçok şehir gibi bir dağ yerleşimi izlenimini vermektedir; ancak güneyinden geçen Çaydere’den ve denizden uzak olmaması onun çevresini de kontrol altına almasını sağlamış, hatta zorunlu kılmış olmalıdır.
İdyma ismi büyük olasılıkla Didyma ve Sidyma isimlerinde olduğu gibi Yunanca değil, yerli bir kelimeden Yunancalaştırılmıştır. Bu anlamda Hitit-Luvi adı İtuma İdyma ile tam bir çağrıştırma içindedir. Bazı bilim adamları Hitit kralının Millavanda mektubunda geçen Utima ile İdyma’nın aynı yerleşim oldukları savındadırlar. Antik Devir yazarları şehirden fazlaca bahsetmemektedir. Herodianos’da ve Ptolemaios’ta adı sadece bir Karia kenti olarak geçerken İdymos nehri kenarındaki İdyma olarak anılır. Seneca, belki de Theophratos’un kayıp kitabından aldığı bilgiyle, yeraltı sularından ve içlerinde yaşayan zehirli canlılardan bahsederken, İdyma yakınlarında da bir yer altı suyunun aniden yüzeye dere olarak çıktığını, bu dereden balık yiyen herkesin öldüğünü anlatır.
Tarihi kaynaklarda adı az anıldığı için İdyma’nın tarihçesine ilişkin, şimdilik fazla bir şey bilinmemektedir. Tarihi kaynaklar ondan ilk defa M.Ö. 5. yy.ın ortalarında bahsederler. Attika-Delos Deniz Birliği Vergi listelerinde 452 yılında ödemesi gereken tutar 1 Talent 890 Drahmi olarak tespit edilmiştir. Atinalıların bu yılda İdyma çevresindeki şehirlere küçük bir filo göndererek, bu şehirleri zoraki birliğe ve dolayısıyla vergiye dâhil etmiş oldukları kabul edilmektedir.
Sözü edilen tutarın maksimum bir tespit olduğu düşünülmektedir ve bu miktarda bir paranın ödenmemiş ya da birliğe savaş gemisi olarak verilmiş olması gerekir. Zaten daha sonra bu tutar 447’de 5200 drahmiye, 444’de 2000 drahmiye düşmektedir. Atina 440 civarlarında, 40 kadar Karia kentini birlikten çıkarır. Bunların içinde İdyma da vardır. Gerçekten de 442/1 yılından sonra İdyma adına, listede 425/4 yılında son kez okunana dek rastlanmamaktadır. Bu vergi listelerinde İdyma’nın adı ilk zamanlar Paktyes diye biriyle birlikte anılır.
Paktyes Karia’da yerli bir isimdir ve bu bölgeden batıya doğru yayılmıştır. İdyma’da bu isim büyük olasılıkla şehrin tiranının adıdır. 5. yy.’ın ikinci yarısından itibaren, İdyma gümüş ve tunç sikkeleri, şehrin kültürel varlığının kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sikkelerin üzerinde yer alan boynuzlu erkek başı yanlış olarak tanrı Pan olarak algılanmıştır. Bugünkü Çaydere antik kaynaklarda adı geçen İdyma’nın kenarından akan İdymos nehridir. Sikkelerin üzerinde yeralan boynuzlu erkek başını nehir tanrısı İdymos olarak algılamak daha doğrudur. Sikke darbı 4. yy ve Hellenistik Devir’de de devam etmiştir. Gümüş sikkeler Rhodos sistemine göre basılmıştır. Bu kez ön yüzlerinde açıkça Rhodos Apollon’nun başı, arkada ise incir yaprağı görülmektedir.
Hellenistik Devirde Büyük İskender’in eline geçen şehrin, M.Ö. 3. ve 2. yy.’da Rhodos peraiasına (topraklarına) dâhil olması gerektiği düşünülmektedir. Bu dönemde İdyma, içinde başka yerleşimleri ve savunma merkezlerini barındıran bir alana hükmediyordu. Ancak bunun ne zaman başladığı ve ne zaman sona erdiği tam olarak bilinmemektedir. Kesin olan bu alanda oturan insanların kendilerini Hellenistik Devir ile Roma İmparatoru Vespasianus Dönemi arasında Idyma konfederasyonu olarak adlandırmalarıdır.
Olasılıkla M.Ö. 201 yılında kısa bir süre Makedonia kralı V. Philippos’un eline geçen şehir, Rhodoslu komutan Nikagoras tarafından 198 ya da 197 yılında tekrar geri kazanılmış olmalıdır. Bundan sonra Karia’da bulunan politik güçlerin, yani Rhodosluların, Seleukosların, Ptolemaiosların, etkileri bölge üzerinde süreklilik göstermemiştir. Şehirler sık sık el değiştirmiş ve sınırlar kavramı neredeyse yok olmuştur. Bu süre zarfında bölgeye müdahil olan Roma’nın baskısıyla 167 yılında Rhodos bölgedeki en eski sınırlarına geri çekilmişse de, ilerleyen yıllarda toprak kaybetmeyi sürdürmüştür. 129 yılında Karia Roma’nın Asia eyaletinin bir parçası olmuştur. Yine de Rhodos’un bir miktar toprağını Roma İmparatorluk dönemine dek koruduğu düşünülebilir. Bütün bunların İdyma’yı nasıl etkilediği tam olarak açık değildir. Ancak İdyma’daki bir yazıta bakılarak Rhodos’un M.Ö. 1 yy.da hâlâ buraya hakim olduğunu düşünebiliriz.
Roma devrinde İdyma tarihte bir rol oynamaz. Ancak kentin yaşamına bir Roma şehri olarak da devam ettiğini ve en azından bir süre daha federasyon olarak alanını koruduğunu epigrafik ve arkeolojik buluntulardan anlıyoruz.
İdyma kenti ve çevresinde bugüne dek 15 yazıt bulunmuştur. Bunların çoğu kamusal alanla ilgili yayıtlardır. İçlerinde en ilginçleri kuşkusuz Leto ve Aphrodite ait ortak rahip listeleridir. Bu İdyma’da Leto ve Aphrodite’e birlikte tapıldığını ortaya çıkarmıştır. Gerçi İlkçağ’da Aphrodite’ye başka tanrı ve tanrıçalarla birlikte tapınıldığı başka merkezler de bulunmaktaydı, ancak böyle bir birliktelik şimdiye dek, bilindiği kadarıyla, sadece İdyma’da saptanmıştır ve anlamlandırılması oldukça zordur. Akla yakın tek açıklama Leto ve Aphrodite’nin burada önceden tapılan bir ana tanrıçanın parçalanmış kişilikleri olarak saygı gördükleri olabilir. Gerçekten de, Leto da, Aphrodite de ana tanrıça karakteriyle bağdaşarak, sadece Küçük Asya’da değil, Karia ile bağlantısı her zaman ilgi konusu olmuş, Girit’de de tapım görmekteydiler.
Gökova köyü’nün kuzeyinde yer alan antik İdyma kenti küçük bir Kar dağ yerleşmesi şeklindedir. Kıyıdan uzak değildir ama aynı zaman da korsanlar tarafından denizden görülmeyecek şekildedir. İdymos nehrinin aktığı vadiyi kontrol edebilmek için güneyindeki Armutalan ve Hisartepe’ye küçük yerleşimler kurmuştur. Zaman içinde Yunanlaşıp Yunanlaşmadığı bilinmemektedir, ancak Yunan şehirlerinin olmazsa olmazı Tiyatro İdyma’nın kurulduğu Küçük Asar Tepe’de hiç var olmamışa benzer. Yamaçta görülen kaya mezarları büyük ölçüde M.Ö. 4. yy.’da yapılmış olmalıdırlar. Eldeki buluntulara göre şehir Roma devrinde terk edilmişe benzer. Halkı iki ovaya özellikle Tümsek mevkii çevresine inmiş ve bir kısmı da Bugün Orta Çağ kalesininin bulunduğu tepe ve Orman Bölge Şefliği’nin (OBŞ) bulunduğu alana dağılmış olmalıdır.
Tümsek mevkiinde Roma devrine ait bir yerleşimin ve bir zeytinyağ işliğinin izleri. Burada içine sıvı sunu akıtılan kutsal bir mezar ile karşılaşılmıştır. Bu önemli ve tanrısalaştırılmış birinin mezarı olsa gerektir. Ortaçağ kalesi ise bugün çevre duvarlarının izleri hala kalenin batısında, güneyinde ve doğusunda görülen küçük bir İlk Çağ yerleşimin üzerine oturtulmuştur. İnişdibi mevkiindeki M.Ö. 4. yy kaya mezarları ile Akyaka’nın içindeki M.Ö. 3. yy.’dan M.S. 3. yy.’a dek tekrar tekrar kullanılan oda mezarı da bu yerleşime ait olabilirler. Özellikle OBŞ’in bulunduğu alanda birçok Roma devrine ait olabilecek mimari elaman ele geçirilmiştir.
İdyma’nın terk edilmesindeki etken Pax Romana ile başlıyan uzun barış ve gönenç devrinde savunma amaçlı olarak ama aynı zamanda yaşama zorlukları olan yüksek tepe ve yamaçlara yerleşmenin gereksizliği ve yaşanan gönençle artan nüfusa artık alanın cevap vermemesi olabilir. Nitekim Roma Devri’nde dağ yerleşimlerinin terk edilmesi Anadolu’nun bir çok başka bölgesinde de gözlemlenir. Maden iskelesi mevkiindeki kaya nişi dinsel bir amaçla yapılmış olmalıdır. Çınaraltı mevkii kuzeyinde birinci katı anakayaya oyulmuş bir çiftlik kule karşılaşıyoruz. Bu kule körfezi denetleyen kulelerden biridir ve OBŞ’liğindeki yerleşme için korsan ve düşmanlara karşı bir erken alarm sisteminin parçasıdır.
Ortaçağ İdyma’sı ile ilgili yazılı kaynakları suskundur. Anlamı anlaşılamyan tek bir kısa yazıt bulunmuştur. Bununla birlikte OBŞ arazisindeki Basilika, Eren Dede Türbesi altındaki kilise, Papazderesi mevkiindeki münzevihane ve nihayetinde oldukça iyi korunmuş Orta Çağ kalesi bu devirdeki Bizans varlığı’nın kanıtlarıdır. Batı Anadolu ile gemicileri bilgilendirmek amacıyla yayılmış eski Yunan Deniz kitaplarından (Portulant) Gökova Körfezinin (eski adı Keramos) sonuna Kosma adını verdiklerini biliyoruz.
Bilim adamları tarafından ileri sürülen Kosma adının Sağıltıcı hiristiyan din azizi Kosmas’tan geldiği ve OBŞ’liğinde bugün ancak 3 apsisi sağlam kalmış basilika ile ilişkilendirilmesi gerektiği savı inandırıcıdır. Her ne kadar Kozlukuyu’da bulunmuş küçük bir sunak İdyma’da sağlık tanrısı Asklepios ve kızı Hygieai kültünün varlığını işaret ediyorsa da ve Hiristiyanlığın ilk dönem azizleri genellikle eski tanrıları ve kültlerini Hiristiyanlaştırmak için kullanılmışlarsa da, bunu yukarıda sözü geçen kilise ile bağdaştırmak için henüz erkendir. Bu kilsenin çevresinden bulunan mimari parçalar bugün Akyaka Beldesi Belediyesi bahçesi içinde sergilenmektedir.
Eren Dede yatırının çevresinde Bizans Devrine ait olan bazı mimari parçalar bulunmaktadır. Çevredeki çok sayıdaki taş moloz belli belirsiz de olsa bazı duvarları işaret etmektedir. Büyük bir olasılıkla burada daha önceden bir Bizans kilisesi yer almaktaydı.
Akyaka’nın kuzeyinde Papazderesi mevkiinde bulunan yapı kalıntıları araştırıldı. Papazderesi’ne Akyaka’dan çok meyilli bir yolculuğu göze alarak çıkalabilmektedir. Buradaki kaynaklardan beldeye hâlâ su sağlanmaktadır. Yolda yeni metal boruya paralel geçmiş dönemlerde de aynı kaynaktan su getirildiğini ispatlayan pişmiş toprak künk parçalarını görmek olasıdır. Papazderesi’ndeki yapı tepenin yüksek ve geniş bir kayasının dibindeki küçük düzlüğe kurulmuştur. Bu büyük kaya tuhaf bir biçimde zeminden yukarı yükselirken dışarı doğru profil vermekte ve yapıyı kısmen hava koşullarından koruyacak sekilde yarım bir çadır şekli teşkil etmektedir. Bu aynı zamanda yapının daha yüksek bir yerden kolayca görülmesini de engellemektedir. Zaman içinde yörüklerin de konak yeri olduğundan taşları çekilmiş, dağıtılmış ve planı ekleme ve tahriplerle bozulmuştur. Yapının boyutları belki bir şapel için bile küçüktür.
Bu nedenle bir münzevi barınağı olduğu düşünülebilir. Zaten yörenin ismi olan Papazderesi, bu fikri güçlendirmektedir.
Akyaka Ortaçağ kalesi, antik bir yerleşimin üzerine oturmuş gibi görünmektedir; doğu ve batı tarafında bulduğumuz duvar izleri bunu doğrular niteliktedir. Kale oldukça iyi korunmuş durumdadır. Kalenin orijinal ana girişi belli değildir, ancak batıda giriş görülmemesi güneyde de çok dik bir yamaç olması nedniyle girişin -eğer sadece bir tane varsa-yumuşak meyillere sahip doğu ve/veya kuzey yönünden olması olasıdır. Sadece karayolundan değil, deniz ve Azmak tarafından da insanların kaleye girmeleri bakımından doğu yönü daha elverişli görülmektedir. Kalenin doğu tarafı kısmen iyi korunmuş kısmen ise tahrip olmuştur.
Kalenin bu tarafındaki asimetriklik bir girişin varlığı nedeniyle oluşmuş olabilir. Kaleden, dereye inen bir dehliz bulunmakta ve Akyaka’dan Gökova Köyü’ne giderken sol tarafta görülmektedir. Dehliz, anakayanın oyulması ve üzerini örten tonoz vasıtasıyla oluşturulmuştur. Anakaya yer yer harçlı duvar ile desteklenmiştir. Duvarda birbirini düzenli olarak izleyen hatıl yerleri mevcuttur. 6 m.’de başlayan dehliz, yukarı doğru 35 m. kodunda tıkanmıştır. Kalenin gerçekten bir Bizans yapısı olması ihtimali büyüktür. 1930 yıllarda burada bulunan haçlı taşlar bunu doğrular niteliktedir. 11. yy.’dan itibaren Bizans İmparatorluğu’nun direncini kıran Selçuklular bütün Anadolu boyunca ilerlediler ve onlarla beraber veya onların önünde ilerleyen Türk akıncıları ve göçebeler Batı Anadolu’da ki -bu arada Karia’daki- Bizans yerleşmelerini yağmalamaya başladılar. 12.yy.’ın ikinci yarısında Bizans imparatoru I. Manuel özellikle savaşa maruz kalan sınır bölgelerini ve bu arada kıyıları savunma amacıyla hızla kalelerle donattı. Akyaka’da bulunan bu kale de bunlardan biri olabilir.
13. yy.’ın ikinci yarısından sonra bölgenin Bizans İmparatorluğu’nun elinden çıkmasından sonra kale Türkler tarafından ihmal edilip kullanılmamıştır. Piri Reis 16. yy.’da İdymos Deresi’nden (Çaydere) Gökova Suyu olarak bahseder. Keramos (Gökova Körfezinden) Kerme Körfezi olarak bahsederek kıyıların ayrıntılı bir haritasını verir. Piri Reis’in haritasında İdymos Deresinin kuzeyine “harap” notu düşülmüştür. Bundan İdyma kenti mi, yoksa Ortaçağ kalesi mi kast edilmekte haritadan tam anlaşılamamaktaysa da kale olması daha olasıdır.
17. yy.’da yaşamış olan Evliya Çelebi Gökova’da yıkık bir kalenin olduğundan bahseder. Bu Ortaçağ kalesi olsa gerektir.
Osmanlı Tahrir defterlerinde “Gökâbâd”, “Gökova”, “Akâbâd ve Akova” şeklinde isimlendirilmiştir. Bu defterlerde küçük bir köy yerleşimi olarak görülmektedir. Defterlerde iki aded Gökova kaydı geçmektedir. Birinci kayıtta Gökova nam-ı diğer Çakır kaydı vardır. Gökova, II. Bâyezid döneminde yapılan ilk nüfus sayımında Balta oğlu Yahşi Bey’in 25 haneli timar köyüdür. 47 numaralı defterin 201 ve 202 sayfalarında kayıtlı bilgilere göre köyde buğday, arpa, mısır, bakla, pamuk ve keten üretilmektedir. Bunu yanında köyde hatırı sayılır oranda bakılan arıdan elde edilen bal vardır. Köyde bağ ekildiği ve bundan elde edilen üzümden de vergi alınmaktadır. Sebze üretiminin yapıldığı bostanlar da mevcuttur. Ayrıca köyde yılda sadece üç ay yürüyen üç gözden meydana gelen su değirmeni vardır.
Değirmenlerin yılda üç ay yürümesi düzenli su akışının olduğu bir dere olmadığını sadece kış döneminde yağmur sularıyla işlediği anlamına gelmektedir. Fakat buna rağmen köyde üç arktan oluşan yaz dönemlerinde suyun bulunduğu ve pirinç üretiminin yapıldığı yerler mevcuttur. Pirinç üretiminin yapılması köyün sulak veya diğer bir manada belli bir bölümünün bataklık olduğu anlamına gelir. Yine köyde köylülerin yararlandığı ve karşılığında vergi verdiği koru mevcuttur.
1562 yılında kaydedilen 338 numaralı Menteşe livası Evkâf defterinde sayfa 94’te Muğla’da bulunan Şemseddin Zaviyesi vakıfları arasında Gökova’da yeri bilinmeyen sekiz parça yerinin olduğu kaydedilmiştir. Yine aynı defterde sayfa 104’te Hacı Muslihiddin veled-i Şücâ’ vakfına gelir temin eden taşınmaz olarak yıllık 3000 akçe geliri olan bir çeltik argı vardır.
1582 yılında yapılmış olan 110 numaralı tahrir defterinin ise v.85-a’da Padişah hasları arasında görülen Gökova nam-ı diğer Çakır 3000 akçelik geliri vardır. Muğla’ya bağlı olan Gökova ise 11 hanenin olduğu ve ayrıca köyde 35 çiftlik yerin hariçten ekildiği ekildiği bir köydür. Köyde üretilen ürünlerin başlıcalar bakıldığında, buğday, arpa, mısır, bakla, pamuk, keten ve fasulyedir. Ayrıca bağlar, bostanlar (bahçeler) ve arıcılık mevcuttur. Yine köyde 3 aded su değirmenin işlemeğe devam eder. 15 kile çeltik tohumunun ekildiği çeltik argı mevcudiyetini devam ettirmektedir. Köy koru mevcut olup kayun veya keçiler koruda kışlamaktadır. Daha önceki vergilerden farklı olarak bu dönemde 440 akçelik vergi alınan saz vergisi vardır.
Evliya Çelebi’de Gökâbâd Ula kazasına bağlı bir köydür. Köyün ticarî amaçlı bir iskelesi ve kalesi de mevcuttur. Çelebi, Gökova’nın kalesinin körfezin sonunda olduğunu ve harab bir halde olduğundan içerisinde insan barınmadığı yazmıştır. Çelebi’ye göre; Gökova iskelesi Muğla, Ula, Yerkesik, Bozöyük, Menteşe, Milas ve Mısır’ın ticaret iskelesidir. İskelenin korunması amacıyla Gökova kalesinin onarılması gerekir. Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferine giderken Gökâbâd’dan ordusu ile geçtiğini yazmaktadır. Sakar yolunun çok dik olduğundan bahsederek kendisinin bu yolu tercih etmeyip, vadi içinden Ula’ya gittiğini kaydetmiştir. Bu dönemde ovanın bataklık olduğu ve dolayısı ile Marmaris’e ulaşmak için Gökova iskelesi vasıtasıyla Gelibolu’ya (Çamlı) gidildiği kayıtlarda geçmektedir. 1831 yılında Osmanlı Devleti’nde yapılan ve sadece asker tespitine yönelik ilk nüfus sayımında Gökâbâd 472 kişi nüfus kayıtlarına geçirilmiştir. Rumi 1307/Miladi 1891 tarihli Aydın vilayeti salnamesinde, Menteşe Sancağı kaza ve köylerine ait en ayrıntılı nüfus dökümleri verilmiştir. Buna göre Ula nahiyesine bağlı Gökâbâd köyü 765 nüfuslu ve 175 haneli bir yerleşim birimidir.